Serdar A. Bir Ankara Röportajı



Yazar Emrah Serbes'in "Her Temas İz Bırakır" romanından esinlenerek televizyon dizisine uyarlanan Behzat Ç. karikatürize edilmemiş, ama karikatür neşesindeki diyaloglara dayalı senaryosu, oyunculuk becerisinin yanı sıra, akıcı temposu, sıradışı tarzıyla, televizyondan uzak duran seyirciyi ekrana çekmeyi başardı. Emrah Serbes ve Muharrem Gülmez'in iki yıl önce sinema filmi olarak düşündüğü, Serdar Akar'ın projenin ruhuna inanmasıyla, televizyon dizisine dönüşen "Behzat Ç. Bir Ankara Polisiyesi" nin sinema filmi de çekildi.  Projenin genel yönetmeni Serdar Akar’la Behzat Ç., Ankaralılık ve onun hayatı üzerine gazete Solfasol'ün Temmuz sayısı için bir söyleşi gerçekleştirdim.

Röportaj: Enver Arcak / Fotoğraflar: Çağatay Özdil

Ankara doğumlusunuz ama Ankaralılığınız pek de bilinmiyor.
Ankara’da doğdum, Çinçin Bağları Kadırga Sokak’ta. Annem ben iki yaşındayken kardeşime hamile kalınca, dedem; “sen iki çocuğa birden bakamazsın, bu çocuğu bize ver” demiş, onların yanında Adapazarı’nda büyüdüm. Bütün tatillerde, yazlarda, aralarda gidip gelmeler oldu Ankara’ya. Yıldırım Beyazıt Lisesi’ne başladım 79’da, burada bitirdim liseyi. Doğduğum eve gittim geçen gün, bulana kadar bir saat dolandım. Çok değişmiş, gecekonduydu her yer, hep apartman dolmuş. Bizim ev arada kalmış duruyor.

Behzat Ç. projesi size geldiğinde ilgilenmenizin Ankaralılıkla ilgisi oldu mu?  Behzat’ın Ankaralılığıyla sizinkinin kesiştiği yerler var mı?
‘Ankaralılık’ diye bir şey var hakikaten. Behzat benden daha Ankaralı, bayağı Ankaralı! Biz romanı çok sevdik. Nereli olursa olsun, eser kötüyse olmazdı tabi, iyi yazılmış bir eser. Muharrem Gülmez genel koordinatörümüz, Emrah Serbes’le çalışıyormuş. İki romandan birini sinema filmi yapmak üzere konuşuyorlarmış. O sırada biz de okuduk, film değil dizi yapalım dedik birkaç bölümlük. Sonra iş büyüdü, seri dizi yapmaya karar verdik. İlk hali film senaryosuydu. Dizi yapmaya başlayınca ve iş ilerleyince, ikinci kitabın konusuna eğilmeyip, onu film yapmaya karar verdik. Sonra Muko da (Muharrem Gülmez) oynadı sinema filminde.

 ‘İstediğin kadar yetenekli ol, iyi bir takımın yoksa olmaz’ demişsiniz. İyi bir takım olmanın ötesinde Behzat Ç.’nin başarısı nedir?
Hangi açıdan soruyorsunuz, Behzat Ç. karakteriyse başarılı biri olduğunu düşünmüyorum. Projenin başarısını soruyorsanız, iyi bir senaryo samimi olmasından kaynaklı gayet inandırıcı kurgusu var. Seyircinin en önemli tepkisi de, inandırıcı bulmasıyla ilgili. 

Behzat’ı neden başarısız buluyorsunuz?
Doğru dürüst bir şeyi beceremiyor ki; hayatta çok başarısız, aile, duygusal hayatı, iş hayatında da başarısız. Arkadaşları müdür olmuş o hala başkomiser!

İlistürasyon: Ozan Küçükusta

“Paranın çokluğu değil olay, ne kadar para gerektiriyorsa prodüksiyon, o parayı harcayacaksın. 50 milyon dolara film çekiyor adamlar, onun bir senti bile fazla değildir.”

Filme harcanan parayla seyirci sayısı, hasılat, reyting arasında bağlantı var mı? Behzat’ın bütçesi nasıl diğerlerine göre?
Öyle bir şey olduğunu sanmıyorum. Sinemada çok para meselesi şöyle, prodüksiyonun gerektirdiği harcamayı yapmak gerekli. Paranın çokluğu değil olay, ne kadar para gerektiriyorsa prodüksiyon, o parayı harcayacaksın. 50 milyon dolara film çekiyor adamlar, onun bir senti bile fazla değildir. Fazlaysa kısarlar, fuzuli, saçma sapan bir şey demek çok para. Pahalı prodüksiyon iş yapacak diye bir garanti yok. Olsaydı Amerikalılarınki olurdu. Hikâye kötüyse olmaz. Behzat, standart dizi bütçesi, özel bir durumu yok.

Behzat’ın sıkı takipçileri var, özellikle sosyal medyada yoğun ilgi gösteriliyor. Öyle ki oyuncu seçimine dair, şu kişi oynamasın bu oynasın kampanyaları da yapıldı. Pek alışık olduğumuz bir şey değil bu. Bunların etkisi, belirleyiciliği oluyor mu?
Projenin gerektirdiği haricinde hiçbir şeyin etkisi olmaz. Seyircinin filmle ilgilenmesi iyi bir şey, öyle bir şey söylüyorlarsa bu ilgiyi ve sevgiyi gösteriyor. Prodüksiyon açısından etkisi olamaz. Arkadaşlar sanal âlemde çok ilgilenildiğini söylüyorlar, duyuyorum, ben takip etmiyorum. Seyircinin söyleme hakkı var. Her şeyi söyleyebilirler tabii ki.

Sette Serdar Akar disiplini hep mi vardı, yıllar içinde mi oldu? Sizin çekimleriniz diğerlerinden hızlı gibi birkaç haftada çekiyorsunuz filmi?
Ben ilk gün nasılsam öyleyim. Okuldan beri benle çalışan arkadaşlar var, aramızdaki ilişki hiç değişmedi hep aynıydı tarzım. Hızlı çektiğimi düşünmüyorum, gereğinden hızlı bir durum yok, nasıl öğrendiysek öyle yapıyoruz. Benimki hızlı değil, ötekiler yavaştır.

“... nasıl öğrendiysek öyle yapıyoruz. Benimki hızlı değil, ötekiler yavaştır.”


Çekimlerde oyuncuya karışmıyorsunuz, oyuncu sette hazırsa sorun olmuyor. Çok karışmadığınızı kendi deneyimimle de gözlemledim. Bunların oyuncu için avantajı var. ‘Keşke şurasına karışsaydım’ dediğiniz oluyor mu?

Karışma diye bir şey yok. Senaryo haricinde bir şey olamaz. Oyuncu, makyöz, sanat yönetmeni de yapamaz. Herkes işini bilecek işini yapacak. Şimdi benim ışıkçılara karışmam doğru olur mu, kabloyu oradan geçirme, şunu şöyle yapın demem olmaz ki! Oyuncuyla karakter hakkında konuşulur, karakter çözümlenir ondan sonrası oyuncunun kendi yapacağı iş. Karışılırsa ortalık karışır. Neyine karışayım ki, doğru değilse baştan doğru değildir. Set kurulmuş oyuncu yanlış oynayacak, olmaz öyle bir şey.

Senaryosunu başkasının yazdığı filmi çekmekle, kendi yazdığını çekmek arasındaki fark nedir?
Daha zor oluyor başkasının yazdığını çekmek. Kendine uydurmak durumundasın. Allem edip kallem edip, şurası şöyle olsun burası böyle olsun diye kendine uyduruyorsun, gayri insiyaki bir şey o, müdahale etmek durumunda kalıyorsun. Bu senaryoda da öyle, Behzat Ç.’yi çok iyi anladığımı düşünüyorum ve alıştığım için, Emrah’a (Serbes) sormadan bile değiştirdiğim oluyor, ona da tuhaf gelmiyor artık. Başkasının senaryosunu çektiğinde bütün dünyada öyle oluyor. Bir tek Amerikan endüstrisinde yönetmen birebir çekmek durumunda kalıyor herhalde. Biz kendi elimizle değiştirebiliyoruz.

Filmin senaryosunu Emrah Serbes yazdı değil mi? 
Dizinin senaristi Ercan Mehmet Erdem, her 10 bölümde bir Emrah yazıyor dizide. Sinema filminin senaryosunu Emrah yazdı.

Nasıl oyuncularla çalışmak verimli oluyor?
Şu anda en şahanesi işte, diziden dolayı 40 hafta rolü oynamışlar karakterler oturmuş, bir sene prova yapmış gibisin oyuncularla. Bundan daha iyisi mi olur!

Kurtlar Vadisi’yle ilgili eleştirenlere söyleyeceğiniz var mı?
Ya çok eskidi o mevzu, ölene kadar onu mu konuşacağız yani. Çocuğuma da soracaklar herhalde ‘baban niye çekti?’ diye…



Barda, Gemide ve şimdi de Behzat Ç.’de karakterler konusunda ne düşüneceğimizle ilgili kafamız karışık kalkıyoruz koltuktan. Direkt iyi kötü diyemiyoruz karakterlerinize. Niye öyle olduklarını da anlatır gibisiniz. Bu bir rastlantı mı? 
Bu inandırıcılıkla alakalı bir şey olmalı bence. Bir film yazılırken ya da yapılırken, sonunda seyirci karakter için birden şöyle düşünsün diye bir şey yapılmaz. O karakteri baştan oturttuğun zaman, bir müddet sonra oyuncunun kendisi de öyle hareket etmeye başlıyor, o sahnede başka türlü olamayacağı için. Hikâye ilerledikçe kendi kendini kuruyor, birden şöyle olsun diye gidişata müdahale ederseniz kimse inanmaz. Herkes düşünsün işte!

Sistemin sağlayamadığı adaletin birileri tarafından sağlanması mevzusunu gözlemliyoruz sizin işlerinizde?
Siz bir devlet olarak kendiniz yapamazsanız, birisi gelip yapar. Sinemada da öyle, sizin yönetmen olarak filmi çekme basiretiniz yoksa birisi çeker sette filmi.  Büyüklerimiz düşünecek niye böyle oluyor? O iş olana kadar bu iş böyle.

İnsani değerlerin çok üstüne gidiyorsunuz, adalet, samimiyet özellikle üzerine gitmeyi sevdiğiniz konular mı?
Herhalde, durum onu gösteriyor! Ben de bakınca onu görüyorum. Onu bilerek yapmıyorum ‘ben adaletin üstüne gideyim’ diye düşünmüyorum. Bir şeyler yaptıktan sonra ortak noktaları olmaya başlayınca, sen de kendini öyle çözüyorsun, ‘he bende böyle bir şey var galiba’ diye düşündürüyor. Bilmiyorum tesadüf bile olabilir…

Pek tesadüf gibi görünmüyor… Samimiyet kavramını Türk sinemasının keşfetmesinin başarıyı getirdiğini söylemişsiniz.
Evet,  o sanatta her zaman vardır. Kimisi daha iyi yapar, kimisi yapamaz. Samimiyet karakterin gerçekliğinden doğuyor biraz. Kötü bir hikâyede ne kadar samimi olursan ol ne yapacaksın ki? Sizin bir kere inanmanız lazım o işe, karakterin doğru biçimlendirildiğine inanmanız gerek. İnanmanız lazım derken yaptıklarınızdan çok karakter özelliklerinin doğru biçimlendirildiğine inanmalısınız, inanıyor kabul ediyorsanız artık onun gibi davranabiliyor oyuncu da. Seyirciye yalan söylememek ya da işte şirin şirin nineler olsun, şahane fıkralar anlatılsın hepimiz gülelim diye bir şey değil samimi olabilmek.



Dar Alanda Kısa Paslaşmalar filminde Hacı karakteri son nefesini verirken; “birileri için bir şeyler yapın, iyi şeyler yapın, anneniz, sevgiliniz, olmadıysa çocuğunuz için, olmadıysa veya olduysa komşunuz için, birileri için ama onların iyiliği için…” diyordu, sizle ilgili mi bu felsefe?
Kötü bir şey mi? Yeter artık yahu, birisi otobüsün dışında kalıyor herkes binmeye çalışınca! Bu ülkede herkes kendi hakkını son derece acayip savunuyor, bir durup karşılarındakilere baksalar; biraz da başkalarının haklarını savunsalar...

“Bu ülkede herkes kendi hakkını son derece acayip savunuyor, bir durup karşılarındakilere baksalar; biraz da başkalarının haklarını savunsalar...”



Peki, bu değişen bir şey mi, eskiden böyle değildi gibi bir durum var mı?
Yani hep böyleydi galiba, bu biraz memleket meselesi, herkesle alakalı. Bir insan kendisi için mi bir şey yapıyor, başkaları için mi? Daha doğrusu sosyal hayatı ne kadar düşünüyor? Memleket meselesi…

Behzat Ç., başkaları için bir şeyler yapmasıyla, kendi adaletini kurmasıyla mı sempati yaratıyor?
Siz karar verin, bilemiyorum. 

Mimar Sinan Üniversitesi’nde hocalığınız devam ediyor mu? Az evvel bahsettikleriniz öğrencilerinize anlamlı geliyor mu?
Behzat Ç. sebebiyle bu sene ara verdik. Herhalde önümüzdeki sene de ara vereceğim. Sonra devam etmeyi düşünüyorum. Yok! Yeni öğrenciler kötü…

Behzat’ta çok içimize vuran bir gerçekliğin arasında düşler var, bunlar sizden mi kaynaklanıyor? Dizinin içine giren düşler çok kuvvetli artarak gelişiyor.
Emrah’ın kitaplarında onların emareleri var. Biz biraz daha fazla yürüttük onu. Hoş bir şey, ben öyle şeyleri çok seviyorum. Onu özellikle sevdiğimi söyleyebilirim.

Sizin rüyalarınız, neler görüyorsunuz?
Ben 20 senedir doğru düzgün bir şey görmüyorum herhalde.

Sizin durum Akbaba’nınki gibi biraz galiba?
Olabilir. (gülümsüyor)

Yeni projeleri soralım, ‘Çanakkale’ ve ‘Madende’ sinema filmlerini,  ‘Ertuğrul Gazi’ dizisini duyuyoruz, hangisi var sırada?
Madende film projesi, kesin çekilecek, bu sene çekemedik belki de seneye çekeriz. Diziler hiç belli olmaz, televizyonda görene kadar inanmayacaksın. Hiç belli olmaz. Behzat devam ediyor yeni sezonda.

“Behzat Ç.’nin filmi 28 Ekim’de gösterimde olacak. Başka bir macera, başka bir hikâye olacak. Ama ipucu olarak şunu söyleyebilrim, bu filmi televizyonda seyredemezsiniz.”



Sinema filmini ne zaman izleyeceğiz? Nasıl bir şey izleyeceğiz, yeni karakterler var mı dizide olmayan?
28 Ekim’de gösterimde olacak. Başka bir macera, başka bir hikâye olacak. Ama ipucu olarak şunu söyleyebilrim, bu filmi televizyonda seyredemezsiniz. Polisiye olay sebebiyle var tabii yeni karakterler; Nuri Gökaşan, Zühtü var, Sinan Pekinton, Serhat Nalbantoğlu var, Nihat İleri var, Rıza Kocaoğlu, Cansu Dere var.

Gazete Solfasol’u nasıl buldunuz?
Çok beğendim, özellikle keçiyi beğendim, çok güzel! Baskı tekniği çok kaliteli, eskiden biliyorsun harfler karışır, fotoğraflar anlaşılmazdı. Artık grafiğe gidiyor iş, o açıdan da çok güzel.

“Yeni sezonda oradayız, ‘Solfasol la!’ diye de ekleriz...”



Solfasol’de çekim yapmayı düşünüyor musunuz?
Tabii düşünürüz ismi yeter! Yeni sezonda oradayız, ‘Solfasol la!’ diye de ekleriz...

Ankara’yı nasıl buluyorsunuz?
Giderek seviyorum, her şeyini sevmeye başladım, bir tek trafik hariç, çok kornaya basıyorlar, bir de kimse yol vermiyor birbirine. Sosyal hayatı çok güzel buluyorum.

Sizin eklemek istediğiniz bir şey var mı?
Diziye başlayınca, fark ettik ki İstanbul’da çok Ankaralı varmış aslında. Oyuncular, teknik ekip, müzisyenler falan kovalarken, işini iyi yapan insanların çoğu Ankaralı çıktı. Ankara yetiştiriyor, İstanbul’a gönderiyor gibi bir durum var.


Solfasol’ü edinmek/abone olmak isteyenler için mail adresi: bilgi@gazetesolfasol.com


Yorumlar

Derya dedi ki…
Çok keyifli bir röportajdı, bir soluk da okudum. Teşekkürler.
cansu dedi ki…
evet güzel olmuş
Melange dedi ki…
keyifli bir röportaj olmus, elinize saglik..

Bu blogdaki popüler yayınlar

Deney (2)

Yahudi Mahallesi

Ankara'nın Logosu