Yeraltı
VINCIT
OMNIA VERITAS
(hakikat
herşeyin üstesinden gelir)
Zeki
Demirkubuz’la bir kaç ay önce yeraltında (metroda) tanıştım, filmleriyle
tanışıklığımsa Yeraltı’ndan öncesine dayanıyor. İzlediklerim arasında anlatım,
görüntü ve ses kullanımı açılarından en bana göresi, kendisinin ustalık işi
üretimi olmuş bu film.
“…herşeyi
fazlasıyla anlamak bir hastalıktır; gerçek tam manasıyla bir hastalık”
(Yeraltından Notlar, Dostoyevski)
Anlatımının sadeleşerek anlaşılabilirliği, arka plan mekân kullanımındaki estetik, görüntülerin oyunculuklarla harmanlanışı, müzik kullanmadan detaylardaki seslerin öne çıkarılıp anlık akışlardaki uyumuyla izleyiciyi içine çeken etkisi ve film sonrası tüm bunların kalıcılığı yapıtı farklı kılan özellikler.
Dostoyevski’nin
Yeraltından Notları’ndan esinlenip serbest uyarlama tarzında, kitaptaki
tanımıyla “soyut ve inatçı” şehir St.Petersburg, filmde Ankara’ya dönüşmüş.
Yönetmenin şehirleri birbirine benzetmesi kadar şu sözleri de mekân seçiminin
çeşitlendirilmiş gerekçelere dayandığını gösteriyor;
“Abartıyorum sanmayın ama kent
inanılmaz bir sinematografiye sahip. Sinemacılar ve kısa filmciler bunu nasıl
keşfetmiyor bilmiyorum...”
Filmdeki
ödüllü kitap “Ankara Sıkıntısı”, film için düşünülen admış. Yeraltı adıysa;
farklı mekânlara can sıkıntısıyla dalan, eve de çözemediği sıkıntılarıyla varıp
kapıdan gelmesini dilediği sürprizi bekleyerek geçiren, kendisinin
gerçekleştirme cesaretini aşacak çapta eylemleri başkalarına salık veren ‘şahsiyetli’
korkak saldırgan, Engin Günaydın’ın deyişiyle; “bir şey olmak isteyen ama
olamayan adam” başkarakteri Muharrem olan esere daha yakışmış.
“Acı çeken kimse inlemekten zevk duyar,
çünkü zevk almasa inlemesini durdurabilir.”
(Yeraltından
Notlar, Dostoyevski)
Yalnızlığın
insanı küçültürken kabuklarını büyüten ve hezeyanlara sebep olan haleti
ruhiyesi, Muharrem’de hem dert hem derman olarak belirmekte. Kendini
insanlardan alçak görmekle üstün görme gidip-gelmelerinin yol açtığı açmazlar
onu umursamazlığın arzu dolu bencilliğine çekiyor. Umursamazlığa geçiş
evrelerinden ortalık yerde ulumalar, arkadaşlarıyla
seçilmiş kelimelerle gayet aklı başında konuşup, bir süre sonra monoloğa geçişte
ters açıdan üst seviyeye çıkıyor.
Yemek
sahnesi, Muharrem’in arkadaşlarıyla ilişkisini ortaya koyduğu filmin can alıcı
noktası olarak damgayı vurmuş. Konuşmanın seyri, “zavallı egoların” gerçek
karşısındaki yenilgisiyle tek başına şarkı söyleyip dans etmeye, başka perdeden
bastırılmış umursamazlığa dönüşüp, oteldeki bağırış çağırışlarla patlamaya
varıyor. Hezeyan içinde ne yapacağını bilmeden -güya- çözmek için gittiği
otelde daha rezil durumlara düşmüş olabilmesini engellediği için kendisini
etkisiz hale getirenlere minnet duyup, hezeyanın dışından baktığında haline
kaygılanması şeklinde sonuçlanıyor. Durum, “değerli olanın farkına vardıkça
neden bataklığıma daha çok gömülüyorum?” diye soran Muharrem’in iç sesi, “bu
sayede iyi şeyler de olmuyor değil, çamura batmanın bile bir anlamı olmalı”
sözünde özetleniyor.
Atari
salonundaki Muharrem’in aktif olmak isteyen pasif bir seyirci olduğunun
vurgusu, tüm anlatılanların sonucunda Muharrem’in değişemeyeceğini fark edip
geldiği yerin; ‘ben buyum neysem oyum’ düşüncesine varışı, ‘yalaka insanlar
sana, yalnızlık bana kalsın’cı gerçeği örten gururu, ancak kendinden aşağı
gördüğü gündelikçi ve fahişede içten samimiyete dönüşebiliyor. Öte yandan
onların da üste çıkma hallerindeki karmaşayla çaresiz hissedişler beliriyor
Muharrem’de.
İyi
ve kötünün ötesinde insanın çelişkili yapısının barındırdığı çatışmaların yol
açtığı, ne yapacağını bilmekle bilmemek arasındaki kararsızlığın verdiği baş
dönmeleriyle belirsiz bir varlık olduğumuzu hatırlatan Zeki Demirkubuz,
karakterleri çözümlememizi değil, anlamaya çalışmamızı istiyor. Tekrar izleme
gerektiren detaylardaki vurgulardan, “akıllı bir adam kendine karşı acımasız
değilse gururlu da olamaz” sözlerine dayanıp gerçeğin gerçekliğine inmeyi seven
yönetmen, “gerçeği sen dokunup tutamazsan, bir gün gelir çok acı şekilde sana
dokunur ve tutar” diyor.
Yeraltında
karşılaştığım Zeki Demirkubuz’dan Yeraltı filmini Ankara’da çektiğini
duyduğumda, “…ne güzel Ankara bir filme daha mekan olacak, Düttürü Dünya vardır,
en güzel Ankara filmlerinden…” derken Demirkubuz’un o filmde asistanlık
yaptığını duydum! Son zamanlarda sinematografik ögeleri keşfedilmekte olan
Ankara’nın daha çok filmde oynaması ve bu şehirde yaşayan filmcilerin
kıpırdaması dileğiyle Yeraltı’na emeği geçen tüm ekibe tebrikler gönderiyorum!
Yorumlar