Fas
Fas’ta her şehrin bir rengi var, tüm binalar, surlar ve “Petit Taxi”ler şehirlerle aynı rengi taşıyorlar. Genellikle eski ve yeni şehir olarak bölmüşler şehirleri, eskiyle yeniyi iç içe görüp hissetmek mümkün. Marakeş’in rengi kızıl ve kelime anlamı “kalma, git”.
Hava çok güzel, güneş üstümüzde, Koutoubia Cami’ye doğru yol alıyoruz. Cami 12. y.y.’da Almaravidler döneminde yapılmış, şehrin en yüksek minareli camisi ve bu minarenin boyunu aşan herhangi bir yapı inşa etmek yasak. Camiye girmeden önce eski caminin kalıntıları ile karşılaşıyoruz, bir arkeolog için oldukça heyecan verici bir yer.
Yaklaşık iki saat bu civarda oyalandıktan sonra ilk öğle yemeğimizi yemek için bir restorana giriyoruz, burada, ülkenin yöresel tatlarından biri olan Tanjin’i deniyoruz. Tanjin safranlı tavuk yemeği, bir hayli de lezzetli, yemek bitiminde ikram edilen naneli çay ve sürpriz dansöz de cabası, burada dansözler genelde öğle zamanında çıkıyor karşımıza. Karnımızı doyurduktan sonra Marakeş’in, UNESCO tarafından korunan meşhur meydanı Jna el Fnaa’yı geziyoruz. Burası çok eğlenceli; yılan oynatıcılarından tutun, meydanda diş çeken dişçilere, meddahlara, kınacılara, salyangoz satıcılarına kadar geniş yelpazede insan çeşidi çıkıyor karşınıza.
Foto: Kına Arcak
Kınamızı yaptırıp, birkaç maymun ve yılanla haşır neşir olduktan sonra , salyangoz yemek üzere kuyruğa giriyoruz. Benim ilk denemem. Duygu daha önce denemiş, alıyor bir kâse salyangoz, başlıyor neşeyle yemeye, herhalde bayağı lezzetli diye düşünüyorum. Heyecanla fotoğrafımı çekip alıyorum kasemi elime ve sonuç büyük bir hüsran, benim ağız tadıma pek uygun değil sanırım, onu da Duygu’ya verip, onun yerken ağzının suyunun akmasını seyredip şaşırıyorum.
Foto: Duygu Yaman
Fas’ta çoğu taksi ya Peugeot ya da Fiat Uno ve Mısır’ın aksine hepsi gece farlarını yakmayı biliyorlar ama trafik gene de düzenli değil tabi, her an her yerden bir araba, fayton, bisiklet v.s. çıkabilir, dikkatli olmak lazım.
Sabah aldığımız bir kararla, Duygu ile ekstra tur olan Essaouira’ya katılıyoruz. Bu şehrin rengi, beyaz ve mavi. Küçük bir okyanus şehri olan Essaouira'nın tarihi surlarının yanı başında bir liman mevcut, gün batımını, martıların ezgileri eşliğinde izlemeniz mümkün. Burası ressamlar şehri, biraz da balıkçı kasabası havasında. Tarihi, Fenikelilere dayanıyor. Bana Bodrum’un eski yıllarını hatırlattı. Çok uzun bir plajı var ve dalga sörfü için dünyanın sayılı yerlerinden bir tanesi. Renk cümbüşü, balıkçılar, daracık sokaklar, etrafta çalan Bob Marley ve Manu Chao ezgileri, her şey şahane. Burada yaşamak isterdim doğrusu, mutlaka bir kez daha ziyaret edeceğim. Biraz gezip, yemek yedikten sonra alışverişe dalıyoruz, rengârenk babuşlar var bu ülkede, "babuş" Faslıların terliklerine verdikleri isim, genelde camiye giderken giyiyorlar, bense bunlardan yaklaşık 5 adet alıp üstümdeki kıyafete uydurup geziniyorum sokaklarda. Fas’a giden biri olursa mutlaka isteyeceğim bu terliklerden, ya da kim bilir belki benim yolum tekrar düşer.
Foto: Kına Arcak
Akşam Marakeş’e geri dönüyoruz, aslında bana kalsa tüm tatili Essaouira’da geçirmek isterdim. Chez Ali diye bir şova gidiyoruz gece, Bedevilerin tarihi gösterilerini yaptıkları bir yer, adı Fiesta diye geçiyor, fazla yanardönerli, benim dikkat ettiğim ise şov esnasında sürekli ortada gezen adam, kanımca şanssız bedevi, başka ne olabilir ki?
Fas’ta yediğim yemekler, salyangozu hariç tutarsak, cidden çok lezzetli, özellikle çorbalarına bayıldım; bakla, balık, nohut ve mercimek çorbaları…
Ertesi gün, Kasablanka’ya geliyoruz, şehrin rengi beyaz, ama kirli bir beyaz! Gittikçe kuzeye ilerliyoruz. Kasablankalılar, filmden gelen dünya şöhretinin pek farkında değiller. Sam’e ayıp olmuş biraz, her yerde soruyorum Kasablanka film afişi var mı? Don’t you know Sam? Malesef nafile, ama Sam hala çalıyor diyorlar, nerede diyoruz? Hyatt Hotel’in zemininde “Play again Sam!”
Bugünün tek anlam ve önemi benim için Hassan II Cami oluyor. Caminin yapımı 1986 yılında başlamış ve dünyanın en uzun minaresine sahip, tam 210 metre yüksekliğinde.
Foto: Kına Arcak
Sabah erkenden başkent Rabat’a doğru yol alıyoruz. Hassan Kuleleri ve cami ziyareti yapacağız. Bugün bayram erken kalkın çocuklar, evet bayramın ilk günü camideyiz. İlk dikkatimi çeken bayram namazını kadın erkek karışık kılmaları ve kapı önündeki rengârenk babuşlar. Herkes kendisininkini nasıl buluyor anlamak olanaksız.
Dönüş yolunda Meknes’te Perşembe kapısını ve Fas’ın en görkemli kapısı olan Bab Mansour el- Aleuj’u görüyoruz. Meknes’te “Eski Şehir”deki surların uzunluğu 25 kilometreymiş. Fes’e doğru yol alırken adını bir çiçekten alan antik kent Volubilis’i ziyaret ediyoruz; kent Roma imparatoru Klaudius dönemine denk gelmekte. Bolca fotoğraf çekip, döndüğümde, arkeoloji ve sanat tarihi hocalarımla paylaşıyorum bu fotoğraflarımı.
Foto: Kına Arcak
Fes’e geldiğimizde, “Eski Şehir”den büyülenmemek olanaksız, kaleden aşağı, manzaraya baktığınızda, fotoğraftan da görüleceği üzere sanki tüm binalar legodan yapılıp yerleştirilmiş hissiyatı veriyor ya da arkamda eski bir tablo var da önüne geçip fotoğraf çektirmişim.
Foto: Duygu Yaman
Son olarak, Yves Lauren’in Majorelle bahçesinden söz etmeden geçemeyeceğim. Kendisi bu evde ölene kadar sevgilisiyle beraber yaşamış ve daha sonra bu bahçe müzeye dönüştürülmüş. Bahçede dünyanın değişik mekanlarında yetişen rengarenk bitki ve ağaçlara rastlamak mümkün. Meksika'da Cancun'da bu bahçeye benzer bir otelde kaldık. Blog sahibinin bir sonraki yazısı için biraz kopya verdim sanırım.
Olur da yolunuz Fas'a düşerse babuşumu isterim, ona göre!
Foto: Kına Arcak
Konuk Yazar: Kına Arcak
Yorumlar