Şehr-i Meksiko (bölüm bir)

Aile takvimimizin 'bal' ayına denk gelen günlerinde gördüm Şehr-i Meksiko'yu. Devasa bir alana yayılmış, yirmi milyondan fazla insanın yaşadığı bu şehir, insanlara tuzaklar kuruyor ki, akşamları bakkalların içine giremeyip, minik pencerelerinden alışveriş yapılabiliniyor. Şehr-i Meksiko, bir gece yarısı yaşadığımız depreme ve 'tehlikeli' bir yer algısına rağmen bal tadında geldi.


(Foto: Enver Arcak)



Ballı ayımızın daha da ballı olmasını sağlayan, Serhat ve Duygu'nun da seyahate katılması oldu. Kına, Serhat ve bendeniz üçlüsü Duygu'yla İstanbul'da buluşup, Paris aktarmalı uzun sürecek yolculuğumuza havalanarak başladık. Yolculuğun sıkıcı geçmemesi için uçakta yeterince imkân vardı. Koltuktaki ekranda ister oyun oyna, istersen film izle. Dönüş yolculuğunda, Air France'ın Magirus-Deutz minibüsü  koltuğu konforundaki uçağında, bu anları arayacağımı henüz bilmiyordum.




 Foto: Enver Arcak 
Yolculuk, Lonely Planet bilgilenmeleri okuyup, filmler izleyerek geçti. Yepyeni bir yer görecek olmanın motive ruhuyla doluyken, okyanus üstünde batmayan güneşe doğru, güneş ülkesine gidiyorduk. Yeni Dünya'ya yaklaşırken uçağın sol pencerelerine yönelmiş, pencereden gördüklerini parmaklarıyla gösteren insanların sesleriyle uyanıp, uykulu gözlerimi ovuştura ovuştura pencereden görüleni merak edip o tarafa yöneldim. Aşağıda New York varmış meğer! Amerika kıtasında ilk gördüğüm yer olarak havadan selamladım Manhattan'ı. İnmesek de, yukardan görsek de o yer, Holywood'dan şundan bundan o kadar tanıdık ki, kolayca navigeyim yarımadaya. New York üstünden güneye doğru yönlendi uçağımız. Gökyüzünün rengini değiştiren ışıklarıyla karşıladı Meksiko bizi.

Önde, Meksiko Dalgası'nın çıkış yeri, arkada boğa güreşi arenası. (Foto: Robert Cameron)

Meksiko dışarıdan gelenlerin getirdikleri renkler ve sağladıkları esinlenmelerle şekillenmiş bir şehir. Önce Toltekler, ardından Aztekler, sonrasında İspanyollar, şimdiyse mesafeleri kısalmış dünya vatandaşlarıyla ruh buluyor. Meksiko'ya katılmış renklerden, ballı ayımızı bu ülkede geçirme fikrini  aklımıza sokan Nesil, tabloların renklerini ortaya çıkarmak üzere restoratör olarak burada yaşıyor.

 Nesil, Arturo, bendeniz ve Kınacım. (Foto: Duygu Yaman)
En başında otel olarak inşa edilmiş, doksanlarda sergi ve ticaret merkezine dönüştürülen bina manzaralı arkadaşımızın evi, şehirdeki yuvamızdı. Bavullar eve bırakıldıktan sonra sevgili Arturo, ülke mutfağının tadına doyamayacağımız çeşitliliğiyle bizi ilk geceden tanıştırmaya başladı. Ayağımızın tozuyla bir takocuda bulduk kendimizi.  Takolara destek, avakodo ezmesi, habanero ve bir dolu tapas, yani mezeler. Lezzetin tadıyla dört köşe olmuş Serhat'ın  acı  sos basışını Meksikalı garson bile şaşkınlıkla izliyordu.


 Foto: Enver Arcak


Yemek sonrası, eve döndüğümüzde, takip eden günlerin planını yapmaya koyulduk. Baştaki düşüncemiz, buradan kiralayacağımız arabayla Cancun'a karadan gitmekti. Arturo'nun uyarısı, Lonely Planet'ın gece yolculuklarıyla ilgili okuduğum bölümlerle benzeşince karadan yolculuk yerine, havadan gidiş yollarına bakmaya karar verdik. Takip eden sabahta bulduğumuz uçuşla ülkenin güneyine gittik evvela. Cancun ve Cozumel civarında geçireceğimiz haftanın ardına bıraktık Şehr-i Meksiko'yu.
Arriva!

Yorumlar

Unknown dedi ki…
Ama en heyecanlı yerinde bırakmışsın. İşi mişi bırak da bir an önce yaz devamını, lüfteeennn :))
aserap dedi ki…
Gerisini bekliyorum en kısa zamanda..

Bu blogdaki popüler yayınlar

Deney (2)

Ankara'nın Logosu

Yahudi Mahallesi